Q&AJournal: Clement Valla
10 Ekim 2022
Akbank Sanat, Contemporary Istanbul’un 17. edisyonunda Amerikalı sanatçı Clement Valla’yı “Başka Sesler Başka Odalar” isimli sergisi ile ağırladı. Fuarda “Pointcloud Garden” isimli eseriyle yer alan ve büyük ilgi gören sanatçıyla keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Çalışmanız "Pointcloud Garden”, renk ve desenlerde gözlemlediğimiz hareketlerle izleyicide merak uyandırıyor. Bakma fikrine karşı neredeyse oyuncu bir tavır ile yaklaşıyor. Doğa ve teknolojiyi bu şekilde bir araya getirirken size ne ilham verdi?
Bugün, doğayı deneyimlemenin yolu teknolojiden geçiyor. Bu yollardan bazıları, fotoğraf makineleri ve video kameralar veya mikroskoplar ve teleskoplar gibi doğayı görmek için kullanılan teknolojiler. Aynı zamanda arabalar, bisikletler, kayaklar ve hatta Gore-Tex ayakkabılar gibi teknolojik giysiler bizi doğa ile buluşturan unsurların arasında yer alıyor. Aslında, bizim doğayla ilişkimiz teknolojik bir ilişki ve insanlar ilk alet kullanmaya başladığından beri de bu böyle.
Bu yüzden, doğa ve teknolojiyi birleştirmek bana göre çok olağan bir durum. Doğayı izlemek ve onu videoya kaydetmek için geliştirilen yeni teknolojilere büyük bir ilgim var. Özellikle doğayı veri olarak kaydeden ve bu verileri bilgisayar aracılığıyla yeniden birleştiren 3B tarama ile ilgileniyorum. Bu süreçle ve sürecin nasıl doğaya kendi bakış açısını ürettiği ile ilgileniyorum. Bahçelere ve rüzgarda sallanan bitkilere bakarken hissettiklerimi, büyük ölçüde otomasyona dayanan bir ortam aracılığıyla dijitale dönüştürebileceğimi keşfettim.
Ayrıca, bu çalışmanın bir bakıma pandemiye bir yanıt olduğunu düşünüyorum. Bu işe pandemiden önce başlamış olsam da, bu dönem önceden üzerinde çalıştığım bazı konuları daha yoğunlaştırdı. Evde yapacak pek bir şey olmadığı için zamanımı dışarıda, parklarda ve bahçelerde sadece doğayı gözlemleyerek geçirdim. Aynı zamanda, pandemi ile birlikte ekrana bakma sürem de arttı. Ekran kullanımı, arkadaşlarım ve ailem ile bağlantı kurmanın başlıca yoluydu ve hala da öyle. Dolayısıyla, çelişkili iki eğilimi bir arada görüyoruz.
Üzerine yoğunlaştığım üçüncü konu ise daha çok düşüncelerimle yalnız kalmakla ilgili. Tüm zamanımı bir şeyler yaparak doldurmaya çalışmıyorum. Böylece, doğal dünyaya ve ekrana bakarak geçirdiğimiz bir yaşama karşı kendi tepkilerimi gözlemlemek için daha fazla alanım ve zamanım var. Bu yüzden teknolojik veya ekran tabanlı doğa resimleri ile bunlara duygusal, entelektüel ve bedensel olarak verdiğim tepkiler üzerine gelişen çalışmalarım arasında ilginç bir örtüşme olduğunu düşünüyorum.
Diğer yandan ise bir ekran dikkat ister ancak bir bahçe istemez. Yine de tamamen bitkin ve yorgun hissetmeden ve sık sık sinirlenmeden ekranda olmaktansa bir bahçeyi gözlemleyerek daha fazla vakit geçirebilirim. Dikkat talep etmekten ziyade sıradan gözlemi öneren bir ekran görüntüsü oluşturmaya çalışmak ilginç ve zorlu bir görev. Sadece var olan, sessiz bir resim…
Teknoloji ve sanatın daha sık yan yana geliyor olduğunu görmek ilginç. Gelecekte sanat alanına başka hangi yaklaşımları getirmek istersiniz?
Gerçekten umudum, kendimizi doğaya daha yakın hissettirecek teknoloji kullanımının yollarını bulmak. Belki doğa ve kültür arasındaki bu yapay farkı ortadan kaldıran teknolojiler bile bulabiliriz. Teknolojilerimizin baskın olarak kullanılma biçiminin, bizi doğadan ve Morant ekranlarından daha da uzaklaştırmak olması çok yazık. Ama ekranlara karşı değilim. Sanırım ben daha çok, ekranları araç olarak kullanan eserlerin kendine dikkat çekmek için tasarlanmasına karşıyım. Kim en fazla dikkat alacak diye bir rekabet söz konusu. Yavaş işler, arka plan çalışmaları, düşündürücü işler üreten ekran teknolojileri benim daha çok ilgimi çekiyor. Yavaş ve yakın gözleme davet eden sakin ve meditatif işler yani.
Mimarlık ve Dijital Medya’yı merkezine alan bir özgeçmişiniz var. Mimari geçmişinizin mevcut sanatınızda nerelerde faydalı olduğunu düşünüyorsunuz?
Benim işim üç boyutlu (zamanı sayarsanız dört boyutlu) uzay ve nesnelerin nasıl iki boyutlu resimlere çevrelendiği ile ilgili. Bu anlamda pratiğim aslında mimari uygulama niteliğinde. Çünkü mimarlar bina yapmazlar, binaları temsil eden çizimler yaparlar. Benim sanatımda ve mimari pratiğimde de her şey temsil, haritalama ve projeksiyonla ilgili.
Değişen bilgisayar sistemleri ve teknoloji trendlerindeki gelişmeleri veya talepleri takip ederken sanatsal özgürlüğünüzü korumakta zorlanıyor musunuz?
Zorlanmıyorum çünkü gerçekten ayak uydurmaya çalışmıyorum. Daha çok, her yerde bulunan ve oldukça fazla yayılan teknolojilerin doğal dünya vizyonumuzu nasıl yapılandırabileceğiyle ilgileniyorum. Yani bu, gerçekten teknolojilerin ilişkilerimizi nasıl şekillendirebileceğini veya değiştirebileceğini gözlemlemekle ilgili.
Sonuç olarak, çalışma şeklim önceden var olan yazılımlar ve sensörlere, üretim ve baskı teknolojilerine bağlı dijital araçları merkezine alıyor. Bir araya geldiklerinde onları süper basit ekolojiler olarak düşünüyorum. Yaptığım şey, bu süreçleri farklı unsurlarla tohumlamak ve bekleyip ne olacağını görmek. Bazı işler kendi başlarına filizleniyor ve benim müdahaleme hiç gerek kalmıyor. Ben ise sadece ilginç formları keşfetmekle baş başa kalıyorum.
Bazı işler için daha fazla çalışmak, onlarla ilgilenmek gerekiyor. Ama sanat eserinin yaratılmasına katılan tüm insan dışı unsurları takip ediyorum veya onlarla birlikte akışta var oluyorum. Bu anlamda bahçecilik aslında teknoloji ile sanat yapmak için uygun bir metafor haline geliyor. Bahçe, bağlamı ve çevreyi ön plana çıkaran, yavaş tekrar eden çalışmayı, sürekli gözlemi vurgulayan ve sanatçıyı zengin bir ekosistemdeki birçok aracıdan biri olmaya indirgeyen bir metafor oluyor.
İlham verici bulduğunuz, hatta bazen işinizde sıradan hissettiğiniz belirli bir sanatçı var mı?
Özellikle peyzaj tasarımcısı Gilles Clement'ten ve onun "jardin en movement" yani hareket halindeki bahçe kavramından ilham alıyorum.
Benim bundan kastettiğim, yaşayan, değişen bir sistem olarak bir bahçenin zaman içinde değişmesine izin verilmesi gerektiği ve bu değişikliklerin bir kısmının da insan dışı müdahalelerden kaynaklanıyor olması. Bu nedenle bitkiler, hava durumu, kir, hayvanlar ve aynı zamanda herhangi bir yerdeki mevcut binalar ve altyapı gibi unsurlar iş birlikçi ve üretken güçler olarak ciddiye alınmalı.
Her şey dikkat etmek ve zaten orada olana yanıt vermekle ilgili: bir nevi bakım ve yol göstermekten ilham alan bir bahçıvanlık bu. Fikirlerin kaynağının nereden geldiği (her zaman sanatçıdan değil), nasıl geliştikleri ve nasıl tam teşekküllü sanat eserleri haline geldiği keşfetmek… Her biri pratiğim için ilham verici yollar sunuyor. Çalışmalarım, bilgisayarlar, yazılımlar ve kameralar gibi insan olmayan iş birlikçileri ciddiye almaya ve işi şekillendirmelerine izin vermeye çalışıyor.
Artık teknolojiye ve sanal dünyaya daha fazla dahil olduğumuz düşünülürse sanat alanı sizce nereye gidiyor?
Ben her türden sanatın önünün açılmasını umut ediyorum! Umarım sanatın ne olduğu konusundaki fikirlerimizi genişletebiliriz, özellikle de teknolojiyle olan bağını yeniden düşünebiliriz. Teknolojilerimize sanatsal bir duyarlılık ve şiirsellik kazandırabilirsek çok umutlu olurum.
Teknolojilerimiz bizi şekillendiriyor ama aynı zamanda kültürümüzü, arzularımızı ve değerlerimizi de yansıtıyorlar. Belki de sanat teknolojiyle ne kadar çok uğraşırsa, veri çıkarma, tıklamalar ve beğeniler için optimize edilmiş teknolojiler yerine dünyamızı ve gezegenimizi her açıdan kutlayan ilginç, harika ve şiirsel teknolojiler ortaya çıkabilir.