Q&AJournal: Koray Tokdemir

27 Ocak 2022

Q&AJournal serisinde bu hafta, disiplinlerarası sanatçı Koray Tokdemir ile en güncel sergisi üzerine sohbet ediyoruz.

Q&AJournal serisinde bu hafta, disiplinlerarası sanatçı Koray Tokdemir ile en güncel sergisi üzerine sohbet ediyoruz. Tokdemir, eserlerinde işlediği temaları ve bu temaları oluşturan kavramların kendisini için neler ifade ettiğini bizlerle paylaşıyor.

Eserlerinizin yerleşimi göz önünde bulundurulduğunda, izleyiciye tatmin edici bir ahenk sunan en yeni serginiz farklı pratik ve sanat formlarını bir araya getiriyor. “Resim – Heykel – Fotogrametri”de yer alan eser seçkisi hakkında neler söylemek istersiniz?

Evet, görsel harmoni bu sergiyi anlatmak için akla gelen ilk tanımlardan biri ve oluşturulan bilinçli seçimler ile de bu sergileme yaklaşımı net bir şekilde gözler önüne seriliyor. Farklı medyum ve tekniklerin gözlemlenebileceği, farklı ölçeklerde üretilmiş işlerin bir arada olması bu sergiyi özel kılan noktalardan biri. Ancak tabii bu serginin, ArtOn İstanbul ile yeni başlayan birlikteliğimin ilk sergisi olması niteliği ile benim için kişisel olarak çok ayrı bir önemi var. Benim de farklı tekniklerle ürettiğim, malzeme ve dokunun ön planda olduğu resim, rölyef ve heykellerin diğer önemli sanatçıların eserleri ile birlikte yer alıyor olması benim için çok değerli.

İşlediğiniz tema ve konuların başında psikocoğrafya, nörobilim ve bilinç geliyor. Bu araştırma alanlarına yöneliminiz nasıl başladı ve şimdi eserlerinizi nasıl şekillendiriyor?

İnsan devamlı şekilde anlam üretme ve keşfetme ihtiyacı hisseden ve hayatla bağını bu şekilde kurabilen bir varlık. Benim için de varoluşa dair temel sorular, özellikle cevaplanamamış ve cevaplanamayacak sorular üzerinde düşünmek, araştırmak ve bunların üretimlerime yansıması hayatımın odak noktalarından biri. Doğaları gereği bu sorular, bilim, felsefe ve sanatın ortak ilgi alanında yer alıyor ve bu kesişim noktası benim de olmak istediğim bir yer.


Üzerinde çalıştığım konuları detaylıca kavrayabilmek adına büyük çaba harcıyorum. Yüzeysellik en büyük korkularımdan biri, bu nedenle yıllar süren ve hayatım boyunca da devam edeceğini düşündüğüm bir öğrenim sürecinde yer almaktayım. 


Son yıllarda işlerime kavramsal şema oluşturan konular ise; sizin de bahsettiğiniz gibi psikocoğrafya, nörobilim ve bilinç. İnsanın dış dünya ve onun kompleks yapısı ile kurduğu ilişkinin bilimsel altyapısı oldukça ilgimi çekiyor. Her duygu, his, deneyim ve hatıranın beyinde bir nöronal desen olarak karşılığı bulunuyor.  Bu dinamik desenlerin, beynin son derece kompleks yapısı nedeni ile henüz tam olarak modellenemiyor ve anlaşılamıyor oluşu da benim çok ilgimi çekiyor. İşlerimi de bu dinamik nöronal desen ve dış dünya arasındaki kompleks ilişki ağından alınmış birer kesitler olarak görüyorum.



Bir diğer bakış açısı olarak da gerçeklik algısını devamlı güncellenen bir geribildirim döngüsü olarak tanımlıyorum. Nöronal ağların plastisitesi sayesinde devamlı olarak güncellenen ve yeniden şekillenen bir algı ve hatıra dağarcığına sahibiz. Bu nöroplastisite benim açımdan bir akışkanlık temsili yaratıyor, bu akıcı ilerleyişten alınan kesitler olarak ürettiğim işlerim de aslında zaman içerisinde devamlı olarak yeni anlamlara bürünüyorlar.




Multidisipliner bir sanatçı olarak kullandığınız malzemelere form kazandırmak fiziksel olarak oldukça yüksek bir efor sarf etmeyi gerektiriyor. Bilişsel temaların karmaşıklığını en iyi bu şekilde mi yansıttığınızı düşünüyorsunuz? Buna bağlı olarak işlerinizin kavramsallığından bahsedebilir misiniz?

Benim için sanat üretim süreci, tıpkı sanat eseri ile kurulan iletişimde olduğu gibi çoklu algıya hitap eden bir deneyim. Fizikselliği ön planda olan, esere boyut kazandıran malzemeler bu nedenle üretimimde önemli yer tutuyor. Beyin, bir deneyimin modelini oluştururken kullandığı çoklu algı sistemi için fiziksel dünyaya muhtaç. Madde, düşünsel bir model yaratım aşaması ve bir anlamda tinselliğin üretilmesine geçiş için de şart. Bir başka deyişle madde aslında tüm gerçekliğin baz katmanı. Serüvenimdeki ana amaçlardan biri maddeyi çok iyi tanımak, onun her şeyin temelinde olduğu gerçeğiyle ilerleyerek tinsel bir alan yaratmak, tinselliğin maddeden yola çıkarak belirmesini sağlamak.

Bu pencereden bakınca, benim işlerim de dış dünyaya dair algı, his ve deneyimlerin birbiri içerisinde çeşitli kombinasyonlarda eriyerek katılaştığı bir temsil aslında. Bunu bir alaşım sureci olarak da tanımlayabilirim. Bu alaşım sürecinde toprak, metal, ahşap, bitki, cam, alçı, beton vb. gibi materyaller de dönüşerek farklı anlamlara bürünüyor ve bir düşünsel modelin temelini oluşturuyorlar. Bu düşünsel model, herkes için ruhsal bir anlatının yolunu açabilir mi? Bunu bilemem. Ancak kuşkusuz ki bir sanatçı olarak bunu çok önemsiyorum.


Bize biraz da kendinizden ve sanat hikayenizden bahseder misiniz?


Çocukluğum doğa ile iç içe, yoğun orman ve dağların hakim peyzaj olduğu küçük bir kasabada (Şavşat, Artvin) geçti ve bu nedenle çok şanslı hissediyorum. Bu çevrenin kişiliğimin ve hayata bakışımın şekillenmesinde oldukça büyük bir etkisi olduğu kesin. Doğa ile sarılıp sarmalanmış olmak, mekan ve ölçek algımın şekillenmesinde etkili olduğu kadar, fiziksel çevre ile derin bir ruhsal bağ kurabilmemi de sağladı. Bu ruhsal bağın sanat pratiğimin doğusu ve ilerleyişinin temelinde olduğunu düşünüyorum.  Ontolojik olgular ve varlığa dair temel sorular üzerine düşünmeye başlayışım da bu döneme dayanıyor.

Çocukluk dönemi sonrasında Ankara’ya taşındım ve lise eğitimime burada devam ettim. ODTÜ Şehir Planlama mezunuyum, ancak üniversite ve yüksek lisans eğitimim dönemindeki çalışmalarımda hep mimarlık ölçeğine yoğunlaştım ve 10 yılı aşkın süre yurt dışında çeşitli ülkelerde (İtalya, Amerika, Çin, Katar) mimarlık alanında çalıştım. Çalışma hayatım sürecinde çoğunlukla bir şekilde sanat ile ilişkili projelerde çalışma sansım oldu. Birçok müze, sergi alanı, artist-in-residence projesinde çalıştım ve güzel sonuçlar elde ettim. Şimdi de dönem dönem bazı özel projelerde mimarlık alanında çalışmaya devam ediyorum ve bu ilişkinin sanat pratiğim açısından devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Mimarlık ve kent ölçeğinde düşünüp hayal kurabilme yetisi sanat pratiğimde benim için en önemli beslenme kaynaklarından biri.

Tüm bu bahsettiğim süreçler boyunca sanat hep değişen yoğunluklarda hayatımda yer almaya devam etti. Ancak sanatçının eserlerini dış dünya ile paylaşma kararı aslında büyük cesaret gerektiren bir karar. Benim için de bu kararı almak çok uzun bir zaman aldı. Bunun bir olgunlaşma süreci olarak yaşanması gerektiğini düşünüyorum. Olgunlaşma süreci sanatçının yaşadığı öznel bir deneyim ve kişiden kişiye çok farklı şekillerde ilerleyebiliyor, ve açıkçası hayatı boyunca gerekli cesareti toparlayamayan veya bu paylaşım kararını almayı reddeden sanatçıların varlığı beni hiç şaşırtmıyor.


Eserlerinizi Fluctuations (Dalgalanmalar), Psychogeography (Psikocografya) ve Qualia (Kualia) gibi belli seriler içerisinde gruplandırıyorsunuz. Eserlerinizin bu kavramlarla ilişkileri üzerine neler söylemek istersiniz?


Bu gruplar eserlerimi ilişkilendirdiğim temel veya temel kavramlardan beliren (emergent) konseptlere birer atıf işlevi görüyor. Örneğin Kualia kavramı, insan bilincini ve bilincin tecrübe ettiği öznel deneyimin doğasını anlamaya ve doğru soruları sorabilmeye dair bir araç seti sunuyor. İnsan deneyimine dair tarif edilemeyecek, içkin ve kişisel özellikler ile ilgilenen kualia, tinsel alanın temelini oluşturan deneyimlerin de büyük bir kısmını kapsar. Örneğin kırmızı renginin yasattığı deneyimi, hayatında hiç kırmızıyı deneyimlememiş birine herhangi bir metodu kullanarak tarif edebilmek imkansızdır. Bu açılardan bakınca sanat deneyimini de bir kualia alanı olarak görüyorum. Hem sanat üretimi, hem de üretilen eserin deneyimlenmesi ve anlamlandırılması süreçlerini kualianın tarif ettiği etkileşim alanında gerçeklesen süreçler olarak tanımlayabilirim.

Fluctuations ise, aslında parçacık fiziğine ait bir kavram, ve bu kavramın tam ismi vacuum fluctuations (vakum/boşluk dalgalanmaları). Burada tanımlanan boşluk, içerisinde herhangi bir atom veya atom altı parçacık bulundurmayan, tam anlamıyla bir boşluk. Ancak yine parçacık fiziğinin tanımladığı şekilde bu boşluk, bir parçacığa ev sahipliği yapmasa da maddenin var olabilmesinin ön koşulu olan parçacık alanlarına (quantum fields) sahip, örneğin hepimizin aşina olduğu elektromanyetik alan bu alanlardan sadece bir tanesi. Vakum dalgalanmaları da özet anlamıyla, boşluğun herhangi bir noktasında, Werner Heisenberg'ün tanımladığı belirsizlik ilkesi dahilinde parçacıkların kuantum alanları vasıtasıyla yokluktan belirip tekrar yok olabildiğini tanımlayan bir kavram. Bu kavramın doğasındaki belirsizlik olgusu aslında evrene dair temel olgulardan biri.




Bu kavrama dair ölçülemezlik, rastlantısallık ve yoktan var olup, tekrar yok olma olguları da beni cezbeden en önemli noktalar. Bir düşünce alanıyla etkileşerek fizikselleşen, bir bakıma boşluğu şekillendirerek, boşluk ile etkileşerek hayata gecen sanat eseri ile bu kavramlar arasında kompleks bir ilişki ağı olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde sonlandırılamayan ve kontrol dışı bir endişe ve kaygı kaynağı olarak insan hayatında yer eden belirsizlik kavramının, bilinç ve bilinçaltı üzerindeki etkisini, ancak bu kavramın evrenin varoluşu ve isleyişine dair temel bir olgu olduğunun idraki ile sağlıklı bir şekilde irdeleyebileceğimizi düşünüyorum. 


Bir diğer seriye adını veren Psikocoğrafya, 1950’lerde avangart sanatı merkezinde tutan, anti-otoriter ve özgürlükçü bir felsefi/politik akım olan Situationism hareketinin öncülerinden Guy Debord tarafından tanımlanmış bir kavram. Yapılı çevre ve coğrafyanın bireyin duygu durumu, bilinç ve davranışlarının şekillenmesi üzerine olan etkilerini irdeleyen psikocoğrafya, uzun yıllardır hayatımda önemli bir yer etmiş ve üretimlerimde kalıcı etki bırakmış bir kavram. İnsan ve çevre ilişkisini politikadan, politik atmosferin ürettiği mekanların insan ve toplumu yönlendirme ve kısıtlamadaki rolünü yadsıyarak incelememiz imkansız. Psikocoğrafya işte bu noktada benim için çok önemli bir araç seti sağlıyor. Sanat eseri de bu bağlamda üretim koşulları, üretim sureci ve oluşturduğu anlam itibariyle politik bir eylemin ürünü. Birey, bilinç, psikoloji ve çevrenin oluşturduğu kompleks ilişki bütününü bir politik alan olarak ele alabilmek de benim bu serilerdeki asıl amaçlarımdan biri.